Kayıtlar

2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Belki Neşet Bir Garip Hasrettir

Senin olan okunsun da senin gibi okumasın kimse. Yerine gelecek bir ikinci daha olmasın şu dünyaya. Üç yaşındayım. Bilemedin dört. Mavi bir pijama altı üstümde, paçaları çorap içi ziyaretinde. Dışarıdan merdivenli o evin içinde, Neşet kasetleri, çay bardağında rakı sofrası.. Doktoruna türkü yazan adam kötü olur mu hiç? Doktor Memmet Ali Altın.. Sevdalanmayı, hasreti, alçak goğnü öğrendiğim adam; Aynı dili konuştuğumuz, acılarını yüreğimin en dibinde hissettiğim için belki, Hala sesin olmadan içemediğim rakılar ve içimden atamadığım dertlerim.. Ben birini burnunda tüte tüte sevmeyi senden öğrendim. Güzel uyu emi. Goğnünden öperim.

Bir Gece

Korkarım öldürüleceğiz. Sokakta yürürken, Çocuğumla parkta oynarken, Doğu ellerinden diye hayat arkadaşım ya da vatani hizmetinde diye. Yıllar önce amca çocuklarının birbirini öldürdüğü gibi tıpkı, Cehaletin gözlerini bu denli kararttığı bir ülkede. Böcek gibi üstümüze basa basa, Küfürler eşliğinde ve belki daha bir sureyi ezbere bilmeyen cehaletin, Allah adını ağzından düşürmediği o gece, Öldürüleceğiz, Bilmediklerinden, Öğrenmek için çabalamadıklarından, Körü körüne sinsice çukura çekildiklerinden belki.. Sağı - solu, alevisi kürdü demeden. Kendi kanımızdan olan tarafından belki. Hiç arkamızı çevirmediklerimiz tarafından. Bir gece yarısı, Ellerine kan bulaşacak sevgili ülkem. En büyük korkumdur cehalet. En büyük korkumdur cehalet. Ve en büyük korkumdur cehalet.. Cehalet!

Merhaba Sevgili Ben

Arabanın buğulu camını elinle silersin ve o lanet buğu asında camın dışındadır ya.. İçimde bir yerlerde sakladığım insanlar var benim. Yılda bir kaç defa uzaktan izlediğim. Onlar içinde zor. Babaları öldü. İnsanın babası ölür mü? Ambulans seslerinden nefret ederim, tam 6 yıldır. Tabut denen saçmalığı da sevmem ve toprakları. Ben, yani ne bileyim sadece büyük insanlar ölür sanırdım. İşte ananemin annesi mesela ne kadar üzücü olabilirdi ki ölümü.. Sırayla ölüm diye bir şey olmalıydı. Ne zaman burnumuzu soktuk senin işine sevgili Tanrı? Ve niye onca kalbi kuru insan varken bizi seçtin cezalandırmak için.. Kızıyor musun bunları söyledim diye? Onca konuşmalarımızı bir yana bırakıp kızacak mısın şimdi bana? Saçlarımın hiç uğruna kısa olması canımı acıtıyor. Onun dışında iyiyim. Acılarını gösterirsen insanlar bundan beslenir diyor bir çok arkadaşım. Mutluluğumu gösterirsem de nazara gelirmişim. Peki ben hangi ara kendim için yaşayayım? Bari onu da söyleyin. Biz onlardan da...

Mayıs

Resim
Düşlerime kulak verdim dün gece, Geçip giden ömre de selam. Affetmeyi başaramadığım kim varsa, bağışladım. Bağışlamak Tanrıya mahsus falan değil, biliyorum. Büyüttüğüm tüm adamları affettim bir bir. Gideni, küseni, öleni.. Mayıs diye uyanacağız yarın. Ardından haziran ve bir zaman sonra temmuz.. Üstünden 1 yıl geçmiş olacak birçok şeyin. 1 yıl çok uzun bir zaman. Dün gece; Dolabın en köşesine sakladığım rakıyı çıkarttım, Kavun kestim, Biraz peynir koydum yanına. Bu kendimi affettim demekti. Soğudu sol mememin altındaki demekti, Bitti..

Öyle

Keşke yazabilseydim. Ne hissediyorum, nasıl hissediyorum. İçimde oluşan duyguları anlatabileceğim kelimeleri bu defa bulmak çok zor. Eğer bulabilseydim.. İyi görmüyorum gelecek günleri. Hatta gelsinler dahi istemiyorum. Ah Tanrı neden hissettiklerimi yazamıyorum? Ama sen beni anlıyorsun, öyle değil mi? İlk defa bilincimi kaybedene kadar içtim . Hatırlıyorsam nasıl bilincimi kaybetmiş olabilirim? Kahretsin! Yapmayacağıma söz verdiğim ne varsa yine yaptım. Sevgili Tanrım, Etim kopuyor sanki. Mutsuzum. Peki sen bana ne zaman sarılacaksın?

Öpücük

Ne hayatlardan geçtik bir gece yarısı. Ellerimiz kanamış, Umursamamışız. Ayaklarımızı kesmiş sokaklar. Tadını ne çok bıraktık damağımızda sevdiğimiz o adamların, kadınların. Sırf geriye dönmemeye yemin ettik diye hiç pişmanlık duymadan. Üzgünüz ve sanırım yorgun biraz. Mavi sandalyeli o meyhaneyi hayal ederek uyandım her sabah; Her sabah biraz daha gözlerim seni arayarak. Giderse ne yaparsın? Ya biterse bir gün hayatın? Boyundan büyük cümlelerle yaşamaya ne gerek var... Ama işte yine; hazırsın sonunu adın gibi bildiğin o filmi öpmek için dudağından.

Müzeyyen

Çok zaman geçti bizim kazaların üstünden. Hiç unutamadım mesela inatla kırılmamış o bardağı.. Sonra Neşet ve ardından Hollandalı. Müzeyyen kalır belki diye ettiğim dualar, ağzım rakı kokuyor diye mi kabul olmadı?..

Giden

Biri ölünce Bi sigara yakıyorsun, belki bir kadeh şarap. Dünya durmuş, sen durmuşsun. Sorgulamaya başlıyorsun. Aldığın nefes, taptığın Tanrı, koşuştururken yorulduğun hayatın... Biri ölünce, zorlanıyorsun. Son ses açıyorsun en sevdiğin şarkıyı, saygı duymadan komşularına, Biraz yutkunuyorsun sonra, Kapanıveriyor aniden yaraların, utandığından olsa gerek çünkü bu acın daha bir başka. Derinleşiyorsun. Derinlerde kayboluyorsun. Biri ölünce Aramak istiyorsun kim varsa kırdığın ''affola'' diye hatan ya da seni kıranı; sövmek için ağızlar dolusu. Derinden inliyor ruhun. Canın çekiliyor da belli etmiyorsun. Biri ölünce zor oluyor işte. Yazmak istiyorsun, yazamıyorsun. Güzel uyusun.. Çok güzel uyusun.

Kelebek

Nereye kadar.. Sormuyorum kendime. Sürdüğü , sevdiğim yere kadar..  Güne saygı duyup, yarını unuttuğumdan beri. Ve bu; insanlardan soyutlayarak kendimi aldığım nefesin meyvesi..

Pazartesi Akşam Notları

Neresinden  tutarsan tut hep bir yeri elinde kalacak hayatın. Bir parça senin emrin dışında yaşayacak. Nereden bakarsan bak, göreceğin senin görmek istediğin kadar olacak. Kar yağıyor. Hava soğuk değil. Buna soğuk denmemeli bence. Bunun başka bir adı olmalı kesinlikle. Annem gibi giyindim bugün. Anneme benzemeyi seviyorum. Siyah uzun bir elbise, pek tarzım olmayan, ucuzluktan aldığım siyah çizmelerim, yeşil orta boy kabanım. Gülşehir’de kirada oturduğumuz, bahçesinde kedilerimizle yaşadığımız o   eve götürdü beni bugün aynada gördüğüm. Bir kış günüydü. Bahçe kapısında annemi bekliyordum. İçinde ufak bir parça et olan düdüklü tencere elinde çıktı annem evden. Sonra kaydı karda ve düştü önümde. Canım acıdı tabi. Annem düşmüş canım acımaz mı? Eğer zihnim yanıltmıyorsa beni  ; etek üstü orta boy kahverengi mont ve kahverengi çizmeleri vardı. Rengimiz farklı ama görüntümüz aynıydı. Dedim ya; anneme benzemeyi seviyorum. Babama benzemeyi ise tercih dışı yaş...

Yine Dans Ediyor Aklımda

Son Banliyö treni az önce gitti.. Olabildiğince dışında olmak istiyorken şehrin, tam ortasında kaldım bir başıma. Ellerimi ovuşturuyorum, ovuşturdukça çatlıyor tenim. Kuru derim kana bulandı. Şimdi sen öpmek için ellerimi tutsan, görünce kan revan bırakıp gitmez misin beni? Duyuyorum; ''-Geldiğim bile yok ki'' cümlesine bulaşmış sesini.. Oysa ne şanslı köprücüklerim. Ona bakıp şiirler yazılıyor şehrin bu yakasında.  Onca insanla ayrı zamanlarda gittiğimiz aynı mekanlara, Yeşillerin maviliğe karşılıksız aşkına, Kendimi bulmaya çalışırken eksik olmadığım dostlarla rakı masalarına, İstanbul'dan Rodos'a anlatılışlara, Ve artık aramızda olmayanlara.. Bir yudum daha. Benden, Senden, Bizden kalan parçalara.. Son tren az önce kalktı. Ellerim kanıyor. Sigaraya bulaşıyor diye üzülüyorum, sigara hatıra. Bir yudum, bir rakı, bir şarkı. Bir veda.

Hoşçakal Hollandalı

Turuncu plakalı arabandan inip bizim eve gelişin, Nasılsın ? sorusuna tiz sesinle yanıt verişin, Bozuk türkçenden mi yoksa çocukluğunda terk edildiğinden midir bilinmez hep içine kapanık ve hep sessiz kalışın, Bize Hollandalardan getirdiğin çikolataların, hediyelerin ve tüm güzel anıların için teşekkürler Lömen amca. Güzel uyu, dilerim.